İçeriğe geç

Eski Türklerde alkış ne demek ?

Eski Türklerde Alkış Ne Demek? “Sıradan Bir ‘Bravo’ Değil, Sözle Kurulan Güç”

Peşin hüküm şu: “Alkış”ı bugünkü anlamıyla, yani sahnede el çırpmakla eşleştirenler konuyu ıskalıyor. Eski Türklerde “alkış”, basit bir tezahürat değil; iyi dilek, övgü, kut verici söz demekti—üstelik toplumsal meşruiyetin, siyasal mefhumların ve gündelik hayatın tam orta yerinde duruyordu. Tartışmayı büyütmek istiyorum; çünkü “alkış”ı küçültünce, sözün tören gücünü ve eski Türk toplumunun söz-merkezli düzenini de küçültmüş oluyoruz.

Kısa cevap: Eski Türkçede “alkış”, el çırpmak değil; “iyi dilek, övgü ve dua anlamına gelen söz”tür. Karşıtı “kargış”tır (beddua, kötü söz). Uzun cevap için buyurun.

Alkış: Dua, Övgü ve Kut Çağıran Söz

Eski Türklerde “alkış”, kelimenin gerçek ağırlığıyla iyiliği çağıran performatif söztü. Birine “alkış” edilmesi; ona uğur, bereket, uzun ömür, yiğitlik, dirlik dilemek demekti. Bu yüzden “alkış”, sadece bireysel temennilerde değil, toylarda, sefer uğurlamalarında, misafir kabulünde, hatta yöneticiye bağlılık bildiriminde işlev görürdü. Günün sonunda “alkış”ın özü, sözle kutun—yani meşruiyet ve bereketin—davet edilmesidir. Bu yüzden de “alkış”, sadece bir dilsel içerik değil, toplumsal bir ritüeldi.

Neden Sadece “Bravo”ya İndirgeniyor?

Modern Türkçede “alkış”ın el çırpmaya kayması, şehirli sahne kültürüyle ve Batı dillerindeki applause eşleştirmesiyle hızlandı. Ancak anlam daralması burada dramatiktir: Ritüel sözlerin sahneden tribüne taşınması, kelimeyi törenden kopardı. Bugün “alkış”ı yalnızca performans beğenisi olarak algılamak; eski Türk toplumsal örgüsündeki sözün düzen kurucu rolünü görünmez kılıyor.

Karşı Kıyı: Kargış

Dengenin diğer ucu “kargış”tır: kötü dilek, lanet, beddua. Bu ikilik, Eski Türk toplumunda sözün ahlaki ekonomisini kurar. Alkışla kut çağrılır; kargışla uğursuzluk salınır. İki uç arasındaki gerilim, sözün sorumlulukla kullanılmasını da hatırlatır. Yani bu ikilik, dilin hem hak hem hesap doğurduğunu kayıt altına alır.

Eleştirel Çerçeve: Zayıf Yorumlar ve Tartışmalı Noktalar

  • Folk-etimoloji tuzağı: “Alkış = alkışlamak = el çırpmak” zinciri cazip, ama tarihsel değil. Bu eşitleme, metin geleneğini ve sözlü ritüelleri görmezden gelir. Sorun: kavramın törensel katmanını bugünkü sahne pratikleriyle “düzleştirmek”.
  • Dinî dönemlemelerin gölgesi: İslamiyet öncesi–sonrası ayrımı, “alkış”ın dua boyutunu ya (1) pagan ritüel diye dışlar ya da (2) İslami dua kategorisine kopyalar. İki uç da indirgemecidir; “alkış” tarihsel süreklilik ve dönüşüm ekseninde anlaşılmalı.
  • Metin fetişizmi vs. yaşantı körlüğü: Yalnızca yazıtlara ve birkaç sözlük notuna kapanınca, “alkış”ın gündelik pratikteki kullanımını—misafir uğurlama, gelin çıkarma, av dönüşü—kaçırırız. “Söz” hem kayıt hem davranıştır.
  • Folklor “romantizmi”: Ters uçta ise “alkış”ı masalsı ve mutlak iyiye indirgeyen bir romantizm var. Oysa alkış, toplumsal hiyerarşileri yeniden üretmek için de kullanılmış olabilir: kimin alkışlanacağı, kimin sözünün “kut” sayıldığı soruları siyasidir.

Alkışın İşlevleri: Sözü Törene, Töreni Düzen’e Bağlamak

  1. Meşruiyet üretimi: Bey’in, alp’ın veya aksakalın alkışlanması, onun toplumsal konumunu “sözle mühürler”. Meşruiyet yalnız kılıçla değil, sözle de kurulur.
  2. Topluluk örgütlenmesi: Toy’da veya ortak işte, alkış topluluk üyelerini aynı dilekte buluşturur; bu, ortak irade üretir.
  3. Hafıza taşıyıcılığı: Alkış formülleri, bir tür “kısa dua antolojisi” gibi kuşaktan kuşağa aktarılır; söz kalıpları kültürel süreklilik sağlar.
  4. Ahlaki yönlendirme: “Uğur yoldaşın olsun”, “Yurdun mamur olsun” gibi alkışlar, arzu edilen erdemleri—çalışkanlık, cesaret, cömertlik—norm haline getirir.

Bugünden Bakınca: Yeniden Yorumlamanın Sınırları

Güncel kültürde “alkış”ı sosyal medyada “like”a, sahnede “applause”a, siyasette “meşruiyet onayı”na çevirdik. Evet, benzerlikler var; fakat eşdeğerlik yok. Eski Türklerde alkış, “beğendim” demekle bitmiyor; iyiliği çağıran sözle bir tür duaya katılım yaratıyordu. Modern sahnede el çırpmak, ritüelin yalnızca akustik gölgesidir.

Provokatif Sorular: Tartışmayı Ateşleyelim

  • “Alkış”ı sadece “applause”a indirgeyince, sözün toplumsal güç ve meşruiyet kurucu niteliğini kaybediyor muyuz?
  • Bugünkü siyasal ve kültürel alanda “alkış”, eleştirel düşünceyi bastıran bir konfor mu, yoksa ortak iradeyi kuran bir ritüel mi?
  • “Kargış”ın görünmez kılınması, kötü sözün topluluk üzerindeki etkisini hafife almak değil mi?
  • Geleneksel alkış formüllerini çağdaş törenlere (mezuniyet, açılış, karşılama) uyarlasak, yüzeysel el çırpmayı aşan bir derinlik yakalayabilir miyiz?

Yanlış Anlamanın Bedeli: Dil, Hafıza ve Siyaset

Bir kavramı yanlış hatırlamanın bedeli yalnızca sözlük hatası değildir; hafızanın ve siyasetin deforme olmasıdır. “Alkış”ın kök anlamını yitirince, topluluk olmanın sözle kurulan yönünü de kaybederiz. Dil, sadece anlatmak için değil; kurmak içindir. Eski Türklerde alkış, tam da bunun adıydı.

Son Söz: Alkışın Ağırlığını Geri İsteyelim

“Eski Türklerde alkış ne demek?” sorusuna hızlı cevap verilebilir; ama yerine iade edilmesi gereken şey, kelimenin tören ve topluluk yüküdür. Alkış—bugünün yüzeysel tezahüratından farklı olarak—iyiliği çağıran, kutu davet eden ve topluluğu söz etrafında birleştiren bir eylemdi. Tartışmayı buradan büyütelim: Sözün gücünü hafife alan her yorum, bizi topluluk olmanın inceliklerinden uzaklaştırıyor. Alkışı geri çağırmanın zamanı gelmedi mi?

::contentReference[oaicite:0]{index=0}

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

mecidiyeköy escort bonus veren siteler
Sitemap
ilbet mobil giriş